• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Kur'an İncelemeleri

 
Site Menüsü

11Duha Suresi 1-11 + İnşirah 1-8




Mealde Bozuntu Yapılan Ayetler



Duha Suresi 1-11 + İnşirah 1-8




Hatalı Çeviri:
1, 2, 3. Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
4. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
5. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
6. O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
7. Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
8. Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
9. Öyleyse yetimi sakın ezme.
10. El açıp isteyeni de sakın azarlama.
11. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.





Doğru Çeviri:
1-3.Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedişin, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.
4,5.Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.
6-8.O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
9,10.O hâlde yetimi perişan etme/ daha da kötüleştirme! İsteyeni/ soranı azarlama.
11.Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!
İnşirah 1-4.Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi?
5,6.Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var.
7.O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla.
8.Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt.




Ayetin orijinalindeki “Şu kuşluk vakti”
Kuşluk vakti, günün ilk aydınlık saatleridir. Burada, artık karanlık dönemlerin bittiğine, fecrden/şafaktan sonra aydınlığın başladığına dikkat çekilmektedir. Artık ruhî bunalımlar bitmiş, işler yoluna girmiş, insanlar müminleşmeye başlamışlardır. İleride daha iyi günler de gelecektir.


karanlığı büsbütün bastırdığı zamanki gece
Burada, küfür, şirk ve ruhi bunalımları simgeleyen karanlığın tam bastırdığı ortamlara dikkat çekilmektedir. Bir tarafta zifîri karanlık bütün ağırlığıyla kendini gösterirken diğer tarafta da kuşluk vaktinin yaşanması kanıttır ki,


Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak.
Alak suresinin tahlilinde de belirttiğimiz gibi, ayetin lâfzî/sözel anlamı “Rabbin sana darılmadı ve seni bırakmadı da” şeklindedir. Ne var ki, bu ifade tarzı Kur’an’da bir olayın, bir durumun ileride gerçekleşeceğinin kesin olduğunu vurgulamak için kullanılmaktadır. Leheb suresinin ilk ayetinde olduğu gibi, Kur’an’da yüzlerce örneği bulunan bu ifade tekniği dikkate alındığında, ayet “Rabbin sana darılmayacak ve seni bırakmayacak da” anlamına gelir. Bu ayetle peygamberimize yalnız bırakılmayacağı ve vahiylerin devam edeceği yönünde güvence verilmiştir.


4,5.Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın.
Yani; “Bundan sonraki hayatın, geçmiş hayatından daha iyi olacak. Rabbin sana çok şeyler verecek, sen de çok memnun olacaksın.”


Nitekim peygamberimizin elçilik görevi aldıktan sonraki hayatı, görevi almadan önceki hayatına göre her açıdan kat kat üstünlüklerle dolu geçmiştir.


Bu iki ayet peygamberimize ahirette şefaat yetkisi verilmek suretiyle kendisinin memnun edileceği ve dolayısıyla onun ahiret hayatının dünya hayatından daha iyi olacağı şeklinde yorumlanmıştır. Peygamberi öveyim derken Müslümanları gevşekliğe ve asılsız beklentilere sürükleyen bu tür yorumların ciddi hiçbir dayanağı yoktur. Her şeyden önce bu yorum, ahırette şefaatin sadece Allah’a ait olduğunu bildiren onlarca ayete ters düşmektedir. Şefaat konusu, ileride Necm suresinde detaylı olarak incelenecektir.


6-8.O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?
Bu ayetler peygamberimizin geçmişi hatırlatılmaktadır. Gerçekten de peygamberimiz yetim olarak dünyaya gelmiş, önce dedesi Abdülmuttalib’in, onun ölümünden sonra da amcası Ebu Talib’in himayesi altında yaşamıştır.


Ayette geçen “dâllen (dosdoğru yol dışında biri)” sözcüğü peygamberimiz için kullanıldığından, birçok meal ve tefsirde yumuşatılmış anlamlarla yer almış, buna bağlı olarak da peygamberimizin gece evine giderken yolunu kaybettiği veya buna benzer anlamlar verildiği tam 22 adet zorlama yorum ortaya çıkmıştır.


Oysa “dalâlet” sözcüğünün ayette zıt anlamlı “ هداي hidayet” sözcüğü ile birlikte kullanıldığı gözden kaçırılmamalıdır. Bu nedenledir ki, “dalâlet” sözcüğünün anlamının yumuşatılması ayetin ruhuna aykırı olur. Çünkü Fatiha ve Leyl surelerinde de değinildiği gibi, “hidayet” sözcüğü “Allah yolunu göstermek” demektir. Evin yolunu ya da köyün yolunu göstermek anlamına gelmez ve bu anlamda kullanılamaz. Dolayısıyla ayetteki “dalâlet” sözcüğü tam olarak “hidayet dışında olmak, Allah yolunun dışında olmak” anlamına gelir.


“Dâllen” sözcüğünün gerçek anlamını peygamberimize yakıştıramayanlar bu sözcüğü zoraki yorumlarla asıl anlamının dışında kullanmışlardır. Sözcüğün asıl anlamının ne olduğu, Necm suresinin 2. ayetinde geçen “arkadaşınız sapmadı ve azmadı” ifadesinden de anlaşılmaktadır. Peygamberimizin vahiy aldığı dönemdeki halinin belirtildiği bu ayette onun hidayet üzere bulunduğu, Allah yolunun dışına çıkmadığı belirtilmektedir.



Konumuz olan Duha 7. ayette ise peygamberimizin de herkes gibi bir insan olduğuna, onun da kusur işleyebileceğine işaret vardır. Konuyla ilgili olarak aşağıdaki ayetler de tetkik edilmelidir:

52,53.İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner.(Şûra/ 52, 53)


3.Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/ bilgisizlerdendin.(Yusuf/3)


65,66.Ve andolsun ki sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: “Andolsun ki eğer ortak koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve kesinlikle kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah’a kulluk et ve sahip olduğu nimetlerin karşılığını ödeyenlerden ol.”(Zümer/ 65)


19.Öyleyse, şüphesiz Allah’tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir.(Muhammed/ 19)


50.De ki: “Eğer ben sapmışsam, artık yalnızca kendi zararıma saparım. Ve eğer kılavuzlandığım doğru yolu bulmuşsam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Şüphesiz O, En İyi İşiten’dir, Çok Yakın Olandır.”(Sebe/ 50)


48.Öyleyse Rabbinin kararı için sabret, bunalan kişi gibi olma. Hani o, bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. 49Eğer Rabbinden o’na bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı. 50Ancak, Rabbi o’nu seçti, sonra da iyilerden biri yaptı.(Kalem/ 48-50)


Özetle bu ayette, Mekke’de Mekkeliler gibi yaşamakta olan Muhammed (as)’e Allah’ın hidayeti ile İslâm’ın yolunun gösterildiği ve bu dünyada nimetlerin en büyüğü ile nimetlendirildiği anlatılmaktadır.



Bu paragrafta konu edilen “Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi?” ifadesini, iki farklı şekilde yorumlamak mümkündür:

1. Sözcüklerin gerçek anlamlarına göre:
– Yetim doğan Muhammed (as)’in, kendi dedesinin ve amcasının himayesinde, sıkıntı çekmeden ama bir aile geçindirmeye de gücü olmadan “عائل Âil [ihtiyaç sahibi]” olarak yaşamını sürdürdüğü bir sırada Hadice ile evlenerek zengin bir aile reisi konumuna yükselmesi;


– Ya da; peygamberimizin elçilik görevini aldıktan sonra Ebu Bekir, Osman ve diğer zenginlerin mal varlıklarını emrine vermeleri sonucunda zenginleşmesi.


2. Sözcüklerin mecaz anlamlarına göre ise;
– Mekkeli Muhammed (as)’in vahiy sayesinde bilgilenmesi ve kanıt sahibi olması,

– Ya da; kendi halinde biri iken bir lider haline gelmesi kast edilmiş olabilir.



9,10.O hâlde yetimi perişan etme/ daha da kötüleştirme! İsteyeni/ soranı azarlama.

O halde yetimi kahretme!

Yani; “Yetimi heder etme, yetimi ezme!”


قهر Kahr”, bir şeyi normal konumundan daha kötü bir duruma sokmaktır. Bir insanı olması gereken konumdan daha aşağı bir duruma getirmek, o insanı kahretmektir. Kahr, “ikram”ın, yani üstün kılmanın, saygın hâle getirmenin zıddıdır. Örnek olarak Araplar etin tencerede börtmesine, pörsümesine “قهر kahr” derler.[1] Yetimin üstün kılınması gerektiği, bir önceki sure olan Fecr de bildirilmişti. Bu surede ise konu zıt anlamı ile vurgulanarak pekiştirilmiştir. Yetimlik Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu bir konudur. Öyle ki, yetimi koruyup gözetmek dinimizin ana ilkelerinden biridir.



Konu sadece bu iki surede işlenmekle kalmamış, Bakara suresinin 220. ayetinde ve Nisa suresinin ilk on ayetindeki şu hükümlerle detaylandırılmıştır:

– Yetimler, akraba grubu içine alınarak üvey evlât konumuna getirilmelidir.

– Bir arada yaşanılan yetimlere kardeş muamelesi yapılmalıdır.

– Yetimlerin malları kendilerine verilmelidir.

– Yetimlerin malları korunmalı ve idaresinde haksızlık yapılmamalıdır.

– Yetimler işe yarar hâle getirilmelidir, iş güç sahibi yapılmalıdır.

– Miras paylaşımında yetimler için de pay ayrılmalıdır.


Bazı meallerde yer alan “yetime kahretme” şeklindeki çeviri, ayetin gerçek mesajını yansıtmamaktadır. Çünkü Türkçede “yetime kahretme” ile “yetimi kahretme” ifadeleri aynı anlama gelmez. Çevirilerin çoğunda kullanılmış olan “yetime kahretme” ifadesi, “yetime darılma, yetime gücenme” gibi bir anlam içermektedir. Oysa ayet, yetimin kahrolmasının, mahvolmasının önüne geçilmesi gerektiğini anlatmaktadır. Dolayısıyla buradaki çevirinin “yetimi kahretme” şeklinde olması gerekmektedir. Bu da bize ayetin şu mesajını iletmektedir: Yetimler aç-açık, evsiz-barksız, eğitimsiz- öğretimsiz, işsiz-güçsüz bırakılarak heder edilmemeli, gereken yapılarak analı-babalı gibi büyütülmeleri sağlanmalı, onlara en iyi eğitim ve öğretim verilmeli, saygın ve değerli kişiler olarak topluma kazandırılmalıdır.


Kur’an’ın yetimler için verdiği emirler hem bireysel hem de toplumsal boyutlar taşıyan emirlerdir. Onlar için yapılması emredilen işlerin bireylerce yapılabilir olanları bireyler tarafından; toplumca yapılabilir olanları ise toplum adına kamu otoritesini kullananlar tarafından yerine getirilmelidir. Bir iman toplumu, üstlenilmesi gereken maddi ve manevi yükler konusunda en az bireyleri kadar sorumludur. Nitekim Fecr suresinin 17-20. ayetlerinde yetimin kerimleştirilmesi ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvikleşilmesi görevleri doğrudan topluma verilmiştir.


Onuncu ayetteki “İsteyeni azarlama” ifadesi
سائل Sail” sözcüğü “isteyen” demektir, ancak “soran” anlamına da gelmektedir. Çünkü soru sormak, bilgi istemek demektir. Ayette tümlece yer verilmeyerek isteyenin ne istediği belirtilmemiştir. Bu durum, “isteyen” sözcüğünün anlam alanını genişletmektedir. Dolayısıyla “isteyen” sözcüğü için “yiyecek-içecek gibi maddi ihtiyaçları isteyen”, ya da “din ve imanla ilgili manevi ihtiyaçlarını giderecek bilgi isteyen, soru soran” gibi anlamların geliştirilmesi mümkündür.


11.Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy!
Surede açıklanan konular dikkate alındığında “Rabbinin nimeti” ifadesinden peygamberimize verilen her türlü nimet anlaşılmaktaysa da, ona verilen asıl nimet “İslâm Dini”dir. Zira başta Maide suresinin 3. ayeti olmak üzere Kur’an’da bahsedilen “nimet” İslâm dinidir. Peygamberimizden istenen de, bu nimeti [İslâm Dinini] hem yaşaması hem de anlatmasıdır.

11İnşirah Suresi
1-4.Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi?
5,6.Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var.
7.O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla.
8.Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt.


1-4.Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi?

[شرح الصّدر ] Şerh-ı Sadr

Deyimi oluşturan sözcüklerden biri olan “شرح şerh” sözcüğü aslen et ve benzeri şeyleri açmak, yaymak, açıp yayarak genişletmek anlamındadır. Deyimin ikinci sözcüğü “صدر sadr” ise, her şeyin ön ve baş tarafı, insan vücudunun kalp ve ciğerleri de içine alan baş ile bel arasındaki bölümünün ön kısmı, yani sine, göğüs, bağır denilen bölgesidir. Ayrıca “sadr” sözcüğü, kinaye olarak “ قلب kalp” ve “نفس nefs” sözcükleri için de kullanılır.

Yukarıda açıkladığımız “şerh” ve “sadr” sözcüklerinden oluşan “شرح الصّدر şerh-ı sadr” tamlamasının sözcük anlamı “göğsün açılması” demektir. Deyim olarak ise “göğüs ve kalp ferahlığı” demektir. Bu deyim aynı zamanda ruhsal sevinç, şevk, bilgi ve tahammül genişliği anlamlarına da gelir. Nitekim Arap dilinin ve Kur’an kavramlarının büyük otoritelerinden olan Ragıb, Müfredat adlı eserinde “şerh-ı sadr” deyimi için “ilâhî nurla göğsün genişlemesi, Allah tarafından bir huzur ve rahatlatmadır” açıklamasını yapmıştır.[3]


Bu deyimin karşıt anlamlısı olarak “ضيق الصّدر dîg-ı sadr [göğüs darlığı]” deyimi kullanılır. Türkçeye “tazyik [sıkıştırmak]” olarak geçen “ضيق dîg” sözcüğü, çok sıkıştırmak, âdeta presle sıkıştırmak demektir. Göğsün sıkışması sebebiyle oluşan sıkıntıdan dolayı deyim “göğüs darlığı” anlamını kazanır. Bu nedenle “ ضيق الصّدر Dîg-ı sadr” deyimi, manevî açıdan iç sıkıntısı, ümitsizlik, karamsarlık, manevî çöküntü anlamlarında kullanılır. Nitekim Hicr suresinin 97. ayetindeki “Ve hiç kuşkusuz, gerçekte onların söyledikleri sebebiyle gönlünün daraldığını biliyoruz” ifadesi de peygamberimizin çektiği böyle bir manevî sıkıntıyı dile getirmektedir.


“شرح الصّدر Şerh-ı sadr” deyimi, Kur’an’da dört yerde daha geçmektedir:

125.Ve sonra, Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, İslâm için onun göğsünü açar. Kimi de saptırmak isterse göğsünü öyle sıkar ki, o, göğe yükseliyormuş gibi olur. İşte böyle, Allah, pisliği [zarar, azap veren şeyleri] iman etmeyenlerin üzerine bırakır/atar.( En’am/ 125)


22.Peki, Allah kimin göğsünü İslâm’a açarsa, o zaman o, Rabbinden bir ışık üzerinde olmaz mı? Öyleyse Allah’ı anmaya karşı kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.(Zümer/ 22)


106.Her kim imanından sonra küfreder; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeder, –kalbi iman ile yatışmış hâlde iken, baskıyla zorlanan hariç olmak üzere– ve de küfre; inanmamaya göğsünü açarsa, artık kendilerinin üzerine Allah’tan bir gazap vardır. Bunlar için büyük bir azap da vardır.(Nahl/ 106


25.Mûsâ: “Rabbim! 33.Seni tüm noksanlıklardan çok arındırmamız 34.ve Seni çok çok anmamız için 25.göğsümü aç, 26.işimi bana kolaylaştır. 27.Dilimden de düğümü çöz 28ki sözümü iyi anlasınlar. 29.Ve ehlimden; 30.kardeşim Hârûn’u 29.benim için bir vezir kıl,31.o’nunla arkamı kuvvetlendir. 32.İşimde o’nu bana ortak et. 35.Şüphe yok ki Sen bizi görüp duruyorsun” 20.dedi.(Ta Ha/ 25-35)


Görüldüğü gibi, bu deyim ayetlerin hepsinde “ferahlık, rahatlık, metanet” gibi anlamlarda kullanılmış, ima ile de olsa kesinlikle kalp ameliyatı anlamında kullanılmamıştır.


Meallerin çoğu ayeti “Biz senin göğsünü açmadık mı?” şeklinde çevirmişler ve ayette geçen “لك leke [senin için]” sözcüğünü ihmal etmişlerdir. Oysa çeviride bu sözcüğün de kullanılarak ayetin “Biz senin için, senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” şeklinde çevrilmesi gerekmektedir. Buradaki “لك leke [senin için]” sözcüğü, peygamberimize yapılan özel bir iltifatı simgelemesi açısından bir incelik içermektedir. Bu incelik, Allah’ın peygamberimizin yüreğini, Ta Ha suresinin 25. ayetinde belirtildiği üzere, Musa peygamberin yakardığı gibi yakarmasına gerek kalmadan ferahlatmasıdır. Bu ferahlatmanın peygamberimize yapılan bir iltifat olduğu “لك leke [senin için]” sözcüğü kullanılmak suretiyle vurgulanmıştır.


Beli büken ağır yük
Yukarıda bahsettiğimiz “شرح الصّدر şerh-ı sadr” deyimi için ameliyat senaryoları yazanlar, neyse ki bu ayette geçen “sırtındaki yük” ve “belini bükme” deyimleri için peygamberimizin ağır yükler altında kemikleri çatırdayan bir hamal olduğu yolunda hikâyeler uydurmamışlardır.


Fakat tefsirciler “sırta ağır gelen yük”ün ne olduğu hakkında aşağıdaki gibi değişik yorumlar yapmışlardır:
– Bu yük, büyük günah anlamındadır. Peygamberimizin de geçmişinde günahları vardı.

– Bu yük ümmetinin günahlarıdır ki, ümmetine şefaat yetkisi alarak bu yükten kurtulmuştur.

- Bu yük, gittiği bir düğünde seyrettiği kötü şeylerin günahıydı. Ama Allah onu orada uyuttu ve daha çok günaha girmesini engelledi.

- Bu yük Cebrail korkusuydu, ona alıştırıldı.

- Bu yük toplumun tepkisiydi, dayanıklı kılınarak alıştırıldı.

- Bu yük tam hidayet üzerinde olmadığı peygamberlik hayatından önceki tüm hayatı idi.

- Ebu Talib ve Hadice ölünce ağır yük altına girmiş oldu.


Biz, bu ağır yükün peygamber olmanın getirdiği ağır sorumluluk olduğu görüşündeyiz. Nitekim “Doğrusu Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız” anlamındaki Müzzemmil suresinin 5. ayeti hatırlandığında, peygamberimize tevdi edilen ağır sözden peygamberlik görevinin ağır bir görev olduğu kolayca anlaşılır.


Gerçekten de bu görev çok ağırdı ve tek başına altından kalkılması zordu. Peygamberimiz aldığı görev gereği hem tebliğine devam edecek, hem de Kalem suresinin 48. ayetindeki “Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret, balık arkadaşı gibi olma” ve Müddessir suresinin 7. ayetindeki “Ve yalnız Rabbin için sabret” talimatlarına uyarak tepkiler karşısında asla geri çekilmeyecek, karşılaştığı zorluklarla, azgınlıklarla, karanlıklarla tek başına mücadele edecekti. Peygamberimize “صبر sabr” sözcüğü ile verilmiş olan mücadele görevi, bundan sonraki Asr suresinde görüleceği gibi tüm Müslümanlara da verilmiştir.


Peygamberimizin görevi gerçekten çok ağırdı ama ayette bu yükün hafifletildiğinden bahsedilmektedir. Bu ifadeden anlaşılmaktadır ki, ilk tebliğden itibaren peygamberimizin tebliğine uyanlar çoğalmaya başlamış, bu yeni müminler ortaya koydukları maddî-manevî destekleriyle peygamberimizin yükünü kısmen de olsa hafifletmişlerdir.


Rasülüllah’ın şanının kendisi için yüceltilmesi
Bu ayet hakkında da birçok yakıştırma yapılmış ve “zikrin yüceltilmesi”nden maksadın, peygamberimizin adının “Arş-ı a’lâ”ya yazılması olduğu söylenmiş ve buna bağlı olarak peygamberimizin adı kelime-i şehadette ve tahiyyatta Allah ile beraber anılmaya, ezanlarda, hutbelerde, vaazlarda, kitaplarda “Hamdele” ve “Salvele” ile yer almaya başlamıştır. Ancak peygamberimize verilen bu sıfat ve rütbelerin hepsi de ona insanlar tarafından verilmiş sıfat ve rütbelerdir. Oysa ayette bizzat Rabbimiz tarafından verilen rütbelerden bahsedilmektedir. Şu halde Allah’ın peygamberimize verdiği rütbelerin ve terfilerin neler olduğunu öğrenmek, dolayısıyla “zikrin yüceltilmesi”nin ne olduğunu anlamak için sadece Kur’an’a bakmak gerekmektedir.


Kur’an’a bakıldığında görülmektedir ki, Alak ve İsra surelerinin 1. ayetlerinde sıradan bir kul olarak zikredilen peygamberimiz;
- Fetih suresinin 29 ve Ahzab suresinin 40. ayetlerinde “رسول اللّه Allah’ın elçisi”,

- A’râf suresinin 157. ayetinde “النّبىّ الامّى Nebiyy-i Ümmî [Anakentli peygamber]”,

– Enfal suresinin 64, 65, 70; Ahzab suresinin 1, 28, 45, 50, 59; Mümtehıne suresinin 12; Talâk ve Tahrim surelerinin de 1. ayetlerinde “النّبىّ Nebiyy [peygamber]”,

-Ahzab suresinin 40. ayetinde de “خاتم النّبىّ Hatemu’n-Nebiyyîn [Peygamberlerin mührü, sonuncusu, zirvesi]” rütbeleriyle zikredilerek terfi ettirilmiştir.


ذكر Zikr” sözcüğünün ilk anlamı hatırlama ve hatırlatma, ikinci anlamı ise hatırlatan şey demektir. Bu anlamıyla zikr, kişiyi hatırlatan namı, şanı, rütbesi demektir. Sözcük mecazen de itibar, onur manasına gelir. Buna göre ayetin anlamı “Senin namını, şanını, rütbeni, itibarını, onurunu seni memnun etmek için yüceltmedik mi? Sen sıradan bir kul iken sana ‘Allah’ın elçisi’, ‘peygamber’, ‘Hatemu’n-Nebiyyîn’ rütbelerini vermedik mi? Böylece seni toplumda yüksek rütbeli, yüksek itibarlı, çok onurlu bir duruma getirmedik mi?” olmaktadır.


Birinci ayette geçen “لك leke [senin için]” sözcüğü bu ayette de kullanılarak “zikrin yüceltilmesi” yolu ile yine peygamberimize özgü bir iltifat yapıldığı vurgulanmıştır.


4.ayetin geçmiş zaman kipiyle ifade edilmiş olması, yine tahakkuk-u vukûuna [gerçekleşmesinin kesinliğine] binaendir. Zira ayet indiğinde yukarıda anılan rütbeler henüz peygamberimize verilmemişti.



5,6.Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var.

Zorluk ve kolaylık gibi iki zıt olgunun bir arada olamayacağı düşüncesi ile bu iki ayetteki “مع maa [beraber]” edatına genellikle “بعد ba’de [sonra]” anlamı verilmiş ve Talâk suresinin “Allah bir zorluktan sonra bir kolaylık kılacaktır” anlamındaki 7. ayetinin de delâletiyle ayetler her zorluktan sonra mutlaka bir kolaylığın geleceği şeklinde anlaşılmıştır.


Oysa bize göre bu ayetler, Bakara suresinin 179. ayetindeki “… kısasta [ölüme ölüm, göze göz, dişe diş...] sizin için hayat vardır…” ve yine Bakara suresinin 216. ayetindeki “… olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır ve olur ki sevdiğiniz şey de sizin için şerdir…” ifadelerinde olduğu gibi, zıt anlamlı kavramların bir arada olabileceği göz önüne alınarak yorumlanmalıdır. Bu açıdan bakılınca her iki ayet de Leyl suresinin 5-7. ayetlerindeki “Bu nedenle kim malını/kazancını verir, takvalı davranır ve en güzeli doğrularsa Biz ona en kolay olanı kolaylaştıracağız” sözleriyle vaat edilenlerin gerçekleşmesi durumuna işaret etmektedir. Peygamberlerin ve salih amel sahibi müminlerin hayatlarına bakıldığında, karşılaştıkları zor gibi görünen her durumda Allah’ın onlara mutlaka bir kolaylık yaratmış olduğu görülmektedir. Çünkü Allah, “فتّاح Fettah” sıfatı ile her türlü zorluğu açmakta, kolaylaştırmaktadır. Dolayısıyla bu ayetle Allah, dünya hayatında insanları denerken, sonsuz rahmetinin bir sonucu olarak her zorlukla beraber mutlaka bir kolaylık yaratacağını müjdelemiştir.


Nitekim Allah bu vaadini peygamberimiz döneminde yaşayan müminler üzerinde açıkça göstermiş ve bunu da Kur’an’da belirtmiştir:
100.Kim de Allah yolunda yurdundan göç ederse, yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur. Kim Allah’a ve Elçisi’ne katılmak üzere evinden çıkar, sonra kendisine ölüm gelirse, o kişinin ecri/ödülü şüphesiz Allah’a düşmüştür. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir.(Nisa/ 100)


26.Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da Allah, kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla güçlendirmişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti.(Enfal/ 26)


Allah’ın aynı vaadini peygamberimizle ilgili olarak yerine getirdiğini gösteren bir başka örnek de Tövbe suresinin 40. ayetinde yer almaktadır.



Bu ayette, müşriklerce izlenen peygamberimizin bir arkadaşı ile birlikte bir mağaraya sığınışı ve o kötü durumdan Allah’ın yardımıyla kurtuluşu anlatılmaktadır:

40.Eğer siz, Elçi’ye yardım etmezseniz, bilin ki Allah O’na kesinlikle yardım etmiştir. Hani o kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş kişiler, o’nu ikinin ikincisi olarak çıkarmışlardı. Hani ikisi mağarada idiler. Hani O, arkadaşına “Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraberdir” diyordu. Bunun üzerine Allah, O’nun üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygularını/morallerini içlerine koymuş, O’nu sizin görmediğiniz askerlerle güçlendirmiş ve kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkişilerin sözünü en alçak yapmıştı. Allah’ın kelimesi de en yücenin ta kendisidir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır.
(Tövbe/ 40)



Allah’ın müminlere sağladığı kolaylıklara diğer peygamberlerin Kur’an’da anlatılan hayatlarından da örnekler verilebilir:

Meselâ Yusuf peygamber, kendisini kıskanan kardeşleri tarafından kuyuya atılmış, ama kuyunun yanından geçen bir kervan tarafından kuyudan çıkarılmıştır. Daha sonra köle olarak satılmış ve bir iftiraya uğrayarak hapse düşmüş, buna karşılık güzel ahlâkı ve Rabbine olan güveni sayesinde Allah onu hem bu zorluklardan kurtarmış hem de ailesine kavuşturmak ve önemli bir yönetici yapmak suretiyle ödüllendirmiştir.


Keza Musa peygamber de, tarihin en azgın insanlarından biri olan Firavun ile olan mücadelesinden Allah’ın kendisine yaptığı mucizevî yardımlar sayesinde üstün çıkmıştır. Öyle ki, Rabbinin lütuf ve ihsanıyla Firavun’un son derece bilginlerinii alt etmiş, asası; elindeki Tevrat ve deneyimleri ile kavmini Mısır diyarından kurtarmıştır.


Sonuç olarak Allah, ayetinde de bildirdiği gibi, koyduğu hükümlere samimiyetle bağlı olanlar için mutlaka bir kolaylık yaratmaktadır. Bakmasını bilen her insan, Allah’ın kendisi için yarattığı kolaylıkları görebilir ve hiçbir zaman zorluklar karşısında gevşeklik göstermez. Ne var ki, bu gerçeği görebilmek ancak Allah’a haşyet duymakla, Allah’a güvenip sığınmakla, tek dost ve velinin sadece Allah olduğuna iman etmekle mümkündür.



Yüce Allah, bu özellikteki kullarını ummadıkları yerlerden rızıklandıracağını ve onların işlerini kolaylaştıracağını şu ayetlerle ilân etmiştir:

2,3.Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları örfe uygun/ herkesçe kabul gören bir şekilde tutun yahut örfe uygun/herkesçe kabul gören bir şekilde onlardan ayrılın. Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şâhit tutun. Şâhitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah’a ve son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah’ın koruması altına girerse, Allah ona bir çıkış yolu sağlar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a işin sonucunu havale ederse, O ona yeter. Şüphesiz Allah, Kendi emrini yerine getirip gerçekleştirendir. Allah, kesinlikle her şey için bir ölçü koymuştur, belirlemiştir.(Talâk/ 2-3)


7.Geniş imkânları olanlar, geniş imkânlarına göre harcasınlar/ nafaka versinler. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir kişiye ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır.(Talâk/7)



7.O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla.

Bu ayet peygambere görevini tatil etme veya ara verme yetkisi verilmediğini, tebliğe ara vermeksizin devam edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.


Ancak buradaki mesaj sadece peygamberin ana görevi olan tebliğ ile sınırlı değildir. Bilakis peygamberlik süreciyle ilgili her olayı kuşatacak bir genelliğe sahip olan mesaj, her türlü olayda karşılaşılan sorunların üzerine gitmemek ya da sorunlardan kaçmak yerine, sorunlarla bıkmadan, yılmadan ve ara vermeden mücadele etme gerekliliğine işaret etmektedir. Dikkat edilecek olursa, ayette “boşalır boşalmaz” diye çevirdiğimiz ifade, bir acelecilik ve süreklilik içermektedir. Bu acelenin sebebi, bundan sonraki Asr suresinde açıklanacağı gibi zamanın azalmasıdır.



8.Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt.

Çünkü Allah’tan başka yol gösterecek ve yardım edecek yoktur.


Rağbet, bir şeyi çok özlemle istemek demektir.[4] Ne istiyorsan, neye özeniyorsan bunları sadece Rabbine yönelt, onları sadece Rabbinden iste!


Ayetteki “فارغب ferğab” sözcüğü “ فرغّب ferağğıb” olarak da okunmuştur.[5] Buna göre ayetin anlamı “ve başkalarını yalnızca Rabbine özendir” demek olur.*



*İşte Kuran, Duha ve İnşirah Suresi





Yorumlar - Yorum Yaz
Site Haritası
Takvim